BİR İDAM MAHKÛMUNUN SON GÜNÜ
BİR İDAM MAHKÛMUNUN SON GÜNÜ
Yazar: Victor
HUGO
Fransızca
Aslından Çeviren: Volkan YALÇINTOKLU
Yayınevi:
Türkiye İş Bankası
Sayfa
Sayısı: 105
Değerlendirme:
8/10
Bahsedeceğim
kitap Hasan Ali Yücel klasikler dizisinden etkileyici bir roman. Çoğumuz Victor
Hugo’yu ‘Sefiller’ kitabıyla tanısa da yazarın Sefiller kadar etkileyici ve
sarsıcı bir diğer eserinden Bir İdam Mahkûmunun Son Günü’nden bahsedeceğim
bu yazımda. Kitabın içeriğinden önce Victor Hugo’nun hayatına ve yaşadığı
döneme değinmek istiyorum. Çünkü yazar dünyanın en çalkantılı dönemlerinde
yaşamış ve bunu eserlerinde ortaya koymuştur. Döneminin sorunlarını ve
eksikliklerini eserlerine işlemiştir.
Victor Hugo
26 Şubat 1802 tarihinde Fransa’da doğmuştur. Bu dönem siyasi açıdan Fransa’nın
karışık olduğu bir dönemdir. Victor Hugo 2 yaşındayken Napolyon lider olmuştur.
Babası Napolyon’un subaylarından biridir. Napolyon tahttan indikten sonra geçim
sıkıntısı çekmeye başlamışlardır. 1821 de annesi vefat ettikten 1 yıl sonra
evlenmiştir. 1851 yılının sonundaki darbe sebebiyle sürgüne gönderilmiştir.
Sürgünle Fransa’dan ayrılan Hugo, af ilan edilmesine rağmen ülkesine
dönmemiştir. Bir süre daha yurtdışında faaliyet gösteren Victor Hugo 1870 de
Fransa’ya dönmüştür. 1878 yılında beynindeki bir sorun nedeniyle rahatsızlanmış
ve 7 yıl sonra 1885 yılında Paris’te hayatını kaybetmiştir. Victor Hugo’nun
hayatına değindikten sonra biraz da o dönemdeki Avrupa’nın ceza sisteminden
bahsetmek istiyorum.
Avrupa’da
idam cezası uygulanmaktaydı. Suçlu olan Soylular ve halk, uzun kılıçlar veya
baltalarla idam ediliyordu. Bunun yanında urganla asmak, zehir içirerek
öldürme, diri diri yakma gibi insana acı verecek yöntemlerde kullanılıyordu.
Fransız devrimciler ölüm cezalarını modernleştirmeyi(!) düşündüler. Bu karar
ile 20 Mart 1792 de giyotin resmi olarak Fransa’nın idam cezası haline geldi.
189 yıl giyotinle idam edilme uygulaması devam etti ve 1981 de İdam cezası
resmi olarak kaldırıldı.
Bir idam
mahkûmunun son günü
de idam cezasına bir tepki olarak yazılmıştır. Roman o 189 yılın içindeki
herhangi bir altı haftayı ve idam korkusuyla yaşayan milyonlarca insandan
sadece bir insanın psikolojisini anlatırken hislerine de kapı aralıyor.
“Manevi acının yanında fiziki acının ne önemi var”
Bu kitabı
okuduğumda hissettiğim tek şey çaresizlik oldu. Gökte pürüzsüz masmavi bir
gökyüzü, sıcak bir ağustos sabahı güneş insanın içini ısıtıyor, bu kadar güzel
bir sabahta balkonda derin bir nefes almak yerine; bakıldığında soğuk geceleri
andıran yüzleriyle hakimler, suçlu mu suçsuz mu diye düşünmeden, kin ve
nefretlerinin sebeplerini bile bilmeden toplanmış halkın önünde, ölümle
buluşmanın tarihi imzalanıyor. Yazar o kadar başarılı bir anlatıma sahip ki insanın
ruhunda fırtınalar kopartacak idam cezası kararı sizin kulaklarınızda çınlıyor.
Her an ölüp ölüp dirilen siz oluveriyorsunuz. Hücreye yansıyan güneş ışığı
umutlarınızı yeşertmiyor. Bazen bir cesaret geliyor, ölümden korkmuyorum derken
saniyeler içinde korkudan tir tir titriyorsunuz ve ölüm korkusu her an içinize
işlerken ölmek istemiyorum diyen siz oluveriyorsunuz. Kısaca kitabı okurken
mahkûm siz oluyorsunuz.
“İnsanların
hepsi belirsiz bir süre için ertelenen ölüm cezasına mahkûmdurlar.”
Bizi ölüm
üzerine düşündürmeyen şey de bu belirsizlik aslında. Ya bizimde ölüm tarihimiz
belli olsaydı falan saatte, şu yerde öleceksin denilseydi neler hissederdik.
Uyandığımız her sabahın bizi ölüme bir adım daha yaklaştırdığı günün ilk
dakikasında beynimizde yankılansaydı. Aldığımız her nefes, geçirdiğimiz her
gün, her an korku içinde yaşardık; belki ağlar, belki korkardık. Aslında neler
hissedeceğimizi kendimiz belirliyoruz, ölüme baktığımızda bizim için korku ve
hüzün mü oluşturuyor yoksa dost gibi elimizi sıkıp bizi mesrur mu ediyor? Hiçbirimiz ölüm tarihimizi bilmiyoruz belki
3 dakika sonra belki 39 yıl sonra bunu bilmememiz bizim için sunulmuş en büyük
hediye. Bu hediyenin kıymetini bilmekte, ölümü nasıl
karşılayacağımız da bizim elimizde. “Yaşıyorsak hala umut var demektir.” diyor ünlü
düşünür Seneca. Ölümü ne zaman karşılayacağımızı bilmiyorken ve onu istediğimiz
gibi karşılama fırsatımız varken umudumuz her daim yoldaşımız olsun. Ölüm
günümüz sevgiliye kavuşma günümüz olsun.
Sözlerime
burada son verirken yazımı okuduğunuz için teşekkür ediyorum. Ben kitabı
okurken üzüldüm, korktum, o çaresizliği en derinde hissettim. Bu kitap bana ölümü,
nasıl yaşadığım ve nasıl yaşamam gerektiğini ve ümidimi asla kaybetmememi
öğretti. Umarım size de yeni ufuk ve yeni kapılar açar. Hoşça kalın…
Yorumlar
Yorum Gönder