EN KUVVETLİ NASİHAT: ÖLÜM

 

          EN KUVVETLİ NASİHAT: ÖLÜM

 

                                                           DEDEME…

 

Bugün ki yazımın bir eseri ya da bir yazarı yok. Hüzün puanlaması ise her insan için oldukça farklı ancak rakamlara dökülemeyecek kadar yüksek. Zamanı ve anlatılacak belli bir dönemi yok. Geçmişten günümüze hatta ben bu satırları yazarken, siz bu satırları okurken binlerce insan son nefesini vermekte. Zamanın hazırladığı güzergahın varış noktasında, kişiyle ölüm bir araya gelmiş bulunmakta. Çevremizden ölüm haberleri aldığımızda “Allah rahmet etsin” der beş saniye yaşadığımız hüzünden sonra meşgul olduğumuz şeye devam ederiz. Ancak gerçekten en yakınımız öldüğünde, ölümün gerçek yüzüyle karşılaştığımızda “Allah rahmet etsin” sözünde ki rahmet kavramını her bir zerremizde hissederiz. Hüzün hislerimizi yönetir hale gelir. Sadece rahmet ve hüzün kavramını değil onunla birlikte; özlem, keder, ayrılık, hasret kavramları da zerrelerimizdeki yerini alır. Gülen yüzü, hoş sözü, oturuşu, yürüyüşü, yatışı ve her hali gözlerimizdeki tiyatro salonlarında yerlerini alır. Onunla ilgili tanıdık bir şey görmeye dursun insan, hemen sevdiğinin o hali oynatılır ve tek izleyicisi de kişinin kendisi olur. Bu yüzden iyi bir hafıza en büyük imtihandır.






Mezarlıkların şehrin diğer yerlerine göre daha sessiz ve sakin olmasının nedenini hiç düşündünüz mü?

Bence, yaşarken dinlenmeyen insanları, ölüler dinler. Onlar dinlemeyi severler. Mezarlıkların sessiz olması bu yüzdendir. Mezara konulacak kişinin arkasından neler söylendiğini; iyi mi kötü mü olduğunu anlamak için çıt çıkarmadan dinlerler, mezarlıklarda ki o derin sessizlik bundan kaynaklıdır. Ölüler, gelen insanların, ciğerlerinden bir parçayı toprağa vereceklerini bilirler, saygıdan sessizce beklerler. Ağlayan insanların yanında konuşulmayacağını bilen ölüler, onların acılarına ortak olmak için sessizliğe bürünürler mezarlıkların sessiz olması bu yüzdendir. Ruhu üşüyen, Nur’a kavuşmak isteyen ölüler, sevdiklerinin başında Kur'an okuyan insanları duyunca sessizce dinler şifa bulurlar, mezarlıkların sessiz olması bu yüzdendir. Ve ölüler yaşamlarının bir anda bitmesine şaşırarak koskoca ömürlerinin nasıl geçtiğini sessizce düşünürler mezarlıkların sessiz olması bu yüzdendir.   

 



Hepimiz ölüme inanırız, herkesin bir gün öleceğini biliriz, sevdiklerimizin ne zaman öleceğini bilsek bu bir şeyleri değiştirir mi diye düşünürdüm, bugünlerde cevap verebilirim: Hiçbir şeyi değiştirmezdi. Sarılmalar, vedalar olsa da (ki hiçbir veda yeterli olmazdı) eksiklik, yarım kalmışlık hiç geçmeyecek duygular. “Burası dünya yahu, burası bu kadar işte” sözü kulaklarımda çınlıyor. Dünyaya olduğundan daha fazla önem verdiğimizi ancak sevdiklerimizi kaybedince anlıyoruz. Burası dünya, burası yarım kalmışlar diyarı. Yarım kalmışlık hissinin en güzel getirisi de ahiret inancı. Dinimizin İslam oluşu, Müslüman olmamız bizim en güzel reçetemiz. Eninde sonunda kavuşacağımızı bilmek en güzel teselli. Cennette birlikte olma fikri birçok derdin dermanı. En önemlisi bu kuvvetli nasihatten ders almak. Ölümün bir gün bizimde başımıza geleceğini unutmamak. Bizi sevdiklerimize kavuşturacak, cennete götürecek amellerimizi çoğaltmak alınacak en büyük nasihat. Yazıma son verirken bu hayatın geçici olduğunu hatırlatmak ve sevdiklerinize sevginizi hissettirin demek istiyorum ve Bediüzzaman Said Nursi’nin şu sözüyle yazımı bitiriyorum: “Dünya madem fânidir, değmiyor alaka-i kalbe”

Hoşça kalın…

                                            

 Resim: mosquesty

Yorumlar

Popüler Yayınlar