VARDİYA
VARDİYA
Yazar: Hugh HOWEY
Yayınevi: İthaki
Sayfa Sayısı: 553
Değerlendirme: 8/10
Hoş geldiniz, bu yazımda sizlere ilk kitabında olduğu
gibi heyecanla okuduğum, kurgusunu beğendiğim, kötülüğün ne derecelerde
olabileceğini çok güzel anlatan, hayal gücünü zirveye taşıyan Wool serisinin
ikinci kitabı olan “Vardiya”dan bahsedeceğim. Kitap tahlili ve yorumuna
geçmeden önce yazarımızdan bahsetmek istiyorum.
Sekiz yıl boyunca yat kaptanı olarak çalıştıktan sonra
çocukluk hayali olan yazarlığı yapabilmek için kitapçıda çalışmaya başlayan
Howey, Wool serisinin temelini atan ilk kısa öyküyü 2011 yılında orada
çalışırken yazdı. Amazon'un doğrudan yayıncılık sistemi ile internet üzerinden
e-kitap olarak yayınladığı öykü, okurlar tarafından çok büyük bir ilgi gördü ve
yazar, sonraları dört kısa kitap daha yazarak toplam beş bölümden oluşan
Silo'yu tamamladı. Eser kısa bir süre sonra New York Times'ın çoksatanlar listesine
adını yazdırdı ve ünlü yönetmen Ridley Scott kitabın film haklarını aldı.
“Gerçekler ile yalanlar siyah beyazdılar ve birbirlerine karıştırdıklarında her şeyi griye boyayıp anlaşılmaz kılıyordular.”
Kitap, Wool serisinin ikinci kitabı, ilk kitapta
silolarda yaşanan olaylardan bahsederken bu kitapta siloların nasıl
tasarlandığı, nasıl inşa edildiği ve en önemlisi ne için yapıldığından
bahsediyordu. Havadaki zehirli partiküller ve tozlarla insanlar yavaş yavaş
öldürülmek isteniyordu. Amerika böyle bir saldırının önüne geçmek için 50 tane
silo yaptırdı ve siloların açılış gününde uçaklarla, dünyayı kurtarmak için(!)
aynı saldırıyı kendi yapıp zehirli partikülleri havaya yaymasıyla işler
çığırından çıktı.
“Herkes her zaman her şey için zamanı
olduğunu düşünür, ancak kimse durup da ne kadar zamanı kaldığını sormaz.”
Kitabı okurken en üzüldüğüm karakter kesinlikle Donald
oldu. Asıl amacının ne olduğunu bilmeden yavaş yavaş inşa ettiği Siloda
yüzyıllarca hapis kalacağını bilmemesi çok üzücüydü. Okurken, acaba bunu
bilseydi neler yapardı, olayların seyri nasıl değişirdi diye kendimi
düşünmekten alamadım. Silolarda yaşamın anlatıldığı bölümleri okurken kendimi
gökyüzüne bakarken buldum hep. Biz böyle bir şey yaşasaydık tertemiz havayı
teneffüs edememek ne kadar acı verici olurdu diye düşünüp durdum. İlk defa
odamdan kitaba açılan bir kapının olmasını istemedim.
“Reçeteyi yazanların neden ilaç almak zorunda
olmadıklarını bilmek istiyordu.”
“İyi şeyleri hatırlamak için kötü olanları
düşünürsün.”
Kitabı okurken aslında kötülüğün hiçbir sınırlılığının
olmadığı görüyorsun. İyileştirebilme gücü ve imkânı varken öldürmeyi seçmek saf
bir kötülüğün göstergesi. Tüm dünyanın iyiliği için bunu yapıyorum deyip
insanların kendini savunma hakkını, bu yolu seçip seçmeyeceğini sorgulamadan
öldürmeleri korkunçtu. Kitap her ne kadar kurgu da olsa gerçek dünyanın
izlerini taşıyor. Dünyamızda da evrensel olarak en önemli olan şey “hayat” hiçe
sayılıyor. İnsan olarak adlandırılan yaratıklar öldürürken zevk alıyor. Kurgu
ya da değil insanlar kötülüğü hep iyilikmiş gibi lanse ediyor.
“İnsanlar böyle yapmaz mıydı? Kendi içlerinde
görmekten korktukları ya da umdukları şeyleri başkalarında görmezler miydi?”
“Unutabilmeyi dilediği şeylerde bir uzmandı
o.”
Genel olarak kitap güzeldi. İlk kitabı tamamlar
nitelikteydi. Sadece siloya ilk girdikleri zaman oryantasyon diye
adlandırdıkları o dönemi daha ayrıntılı okumak çok daha güzel olurdu. Dışarda
büyük bir patlama olmuş herkes silolara sığınmış o an yaşadıkları korku ve
panik ve alışma sürecini okumayı isterdim. Onun dışında siloların ne için
yapılmış olduğunu öğrenmek güzeldi. Heyecanla okudum sadece silo 17’den çok
fazla bahsedilmişti o kısımlar heyecanı bölüyordu. Ben severek okudum. Umarım
sizlerde beğenerek okursunuz. Serinin üçüncü kitabını çok merak ediyorum
bakalım bunca şey nasıl son bulacak? Tertemiz havayı soluyabilecekler mi? Nasıl
bir yöntem bulacaklar? Heyecanla okumayı bekliyorum. Serinin üçüncü ve son
kitabında görüşmek üzere.
Hoşça kalın…
Yorumlar
Yorum Gönder