SERENAD
SERENAD
Yazar: Zülfü
LİVANELİ
Yayınevi:
Doğan Kitap
Sayfa
sayısı: 481
Değerlendirme:
8/10
Hoş
geldiniz, bu yazımda sizlere beni Livaneli’yle tanıştıran, insani değerler
üzerinde düşündüren, birçok şeyi öğreten ve yazarın “Ben bu hikayeyi güzel
olsun diye değil, anlatmaya değer bulduğum için yazıyorum” dediği bir kitaptan “Serenad”
tan bahsedeceğim. Kitap tahlili ve yorumundan önce yazardan bahsetmek
istiyorum:
Ömer Zülfü
Livaneli 1946 yılında Konya’da doğdu. Ankara’da eğitimini gören yazarımız
Stockholm’de felsefe ve müzik eğitimi gördü. Edebiyat, müzik ve sinema
alanlarında otuzdan fazla ödül aldı. 2002-2006 yılları arasında TBMM’de ve
Avrupa Konseyi’nde milletvekilliği yaptı. 1996 yılında Paris’te Unesco
tarafından Büyükelçilik ve Genel Direktör danışmanlığına atanan Livaneli 2016
yılında UNESCO elçiliğinden istifa etti. Yazarın romanları 40 dilde
yayımlandı.
Kitap, tek
düze ve sıkılmış bir hayata sahip olan ve İstanbul Üniversitesi’nde memurluk
yapan Maya Duran ile misafir olarak Amerika’dan gelen Prof. Maximilian
Wagner’in karşılaşmasıyla başlar. Wagner bir gün Şileye gitmek istediğini
söyler. Şubat ayında deniz kenarında ne yapacağını tahmin edemeyen Maya Hanım
Profesörün bu isteğini geri çevirmez. Wagner’in
hayat hikayesini duyunca şubat soğuğunda buz gibi esen rüzgara karşı denize
bakmasının acı nedenini anlar.
“Bazı
ölümlerin acısı, hep yeni kalıyor.”
Kitabı
okumadan önce klasik bir aşk hikayesi okuyacağımı düşünüyordum ancak 60 yıllık
bir aşkın vedası için İstanbul’a gelen profesörün hikayesini okuyunca oldukça
şaşırdım. Çünkü kitap aşkın yanında gözlerinin önünde eşini Struma faciasında
kaybeden ve acısını yüreğinde taşıyan bakıldığında içi dışından daha derin bir
insanın hayatından bahsediyordu.
Yeri
gelmişken Kitabın da ışık tuttuğu ve gerçek hayatta yaşanmış olan Struma
faciasından kısaca bahsetmek istiyorum: II. Dünya savaşı sırasında Nazilerin
işkencesinden kaçmak isteyen Yahudiler Filistin’e gitmek üzere Romanya’dan yola
çıkan Struma gemisine bindiler. Yolda motoru bozulan Gemi İstanbul açıklarına
geldiğinde durdu ve motor tamiri yapıldı. Hiçbir devlet tarafından istenmeyen
ve kabul edilmeyen gemi, motor tamiri için Şile yakınlarına çekildi. 9 hafta
denizde bekletilen Struma gemisi Sovyet denizaltısı tarafından batırıldı ve 768
kişi hayatını kaybetti.
“-Aramızdaki
temel fark ne biliyor musun? Sen insanlara baktığın zaman üniformalar,
bayraklar ve din görüyorsun!
+Peki sen
ne görüyorsun?
-İnsan,
sadece insan. Seven, acı çeken, acıkan, üşüyen, korkan bir insan.”
Ben bu
kitabı okumadan önce Nazilerin Yahudilere yaptığı eziyeti anlatan birçok film
izlemiştim ve üzülmüştüm. Farklı bir dinde olmamız suçsuz insanların öldürülmesine
sevinmemizi gerektirmez hatta dinimizce bu hoş görülmez. Yukarıdaki cümleyi
okuyunca aklıma benimde böyle bir insanla karşılaşmam geldi. Yahudilerle ilgili
hiçbir şeyi duymak istemeyen onlara acımayı bile doğru bulmayan bir insanla
karşılaştım ve Yahudilikle, eziyet edilen insan ayrımını yapamadığını gördüm.
Yaşadıklarına
üzülmem, tabii ki Yahudileri tasvip ettiğim anlamına gelmez hatta geçmişte
yaşadıkları acıları şimdilerde Müslümanlara yaşattıkları için onları sevmiyorum
ancak bu, o zaman da işkence eden insanlara üzülemeyeceğim anlamına
gelmiyor.
“Gücü
olmayan adalet acizdir; adaleti olmayan güç ise zalim.”
Yazarın bazı
düşüncelerini doğru bulmasam da insana sadece insan olduğu için değer verme
fikrini vurgulamasını çok beğendim. İnsana diniyle, düşüncesiyle ve
fikirleriyle sınıflandırmadan merhamet edilebileceğini vurgulaması her an
savaşların ve acının hüküm sürdüğü dünyamızda herkesin örnek alması gereken bir
tavır. Konuyla ilgili olarak Peygamberimizin şu hadisi şerifini yazmak
istiyorum:
Cabir b.
Abdullah (r.a.) şöyle nakletmiştir:
Yanımızdan
bir cenaze geçmişti. Resulullah (asm) hemen o cenaze için ayağa kalktı. Biz de
(ona uyarak) kendisi ile beraber ayağa kalktık ve:
"Ey
Allah'ın Resulü! Bu bir Yahudi kadınının cenazesidir." dedik. Bunun
üzerine Hz. Peygamber (asm) buyurdu:
"Şüphesiz
ölüm korkunç bir şeydir. Cenazeyi gördüğünüzde hemen ayağa
kalkınız." (Müslim, Cenaiz, 78, Hadis no:1593)
Kays b.
Sa'dv'in (r.a.) rivayetinde İbn Ebu Leyla şöyle nakletmiştir: Kays b. Sa'd ile
Sehl b. Huneyf, Kadisiyye'de bulunurlarken yanlarından bir cenaze geçti. Bunlar
ayağa kalktılar. Kendilerine; bu cenaze, bu yer halkından (yani zımmilerden)
dir, denildiğinde Kays ile Sehl de: Resulüllah'ın (asm) yanından bir cenaze
geçmişti. Allah Resulü, ayağa kalktı. Bunun bir Yahudi cenazesi olduğu
kendisine bildirildiğinde:
"Bu da
bir insan değil mi?" buyurdu. (Müslim, Cenaiz, 78, Hadis no: 1596)
“
‘Telefon acı acı çaldığında…’ diye yazdığıma takılıyorum. Oysa telefonlar acı
acı çalmaz, hep aynı çalar ama biz gelen habere göre bazen sonradan zilleri
böyle yorumlarız.”
Kitabı genel
olarak beğendim. Gerek hissettirdikleri gerek hikayenin derinliği ve yormayan
dili kitabı benim için güzel kılan şeylerdi. Bu kitap beni dünya tarihi okumaya
itti. Çünkü Struma faciası dışında Srebrenitsa katliamı, Hocalı katliamı gibi
sayısız katliama ve savaşa ev sahipliği yapan dünyamızda neler olup bittiğini
bilmediğimi fark ettim. Umarım siz de kitabı okur Wagner’in tarifsiz acısına
tanık olursunuz, bu kitabın sizi derinden etkileyeceğine eminim.
Hoşça kalın…
Yorumlar
Yorum Gönder