ANAYURT OTELİ

 

                     ANAYURT OTELİ

 

Yazar: Yusuf ATILGAN

Yayınevi: Can

Sayfa Sayısı: 128

Değerlendirme: 6/10

 

Hoş geldiniz, bu yazımda sizlere beni yazarla tanıştıran, psikolojik yabancılaşmayı en iyi şekilde anlatan, alışılmış olan her şeyi sade bir dille anlatan, gerçek hayatın kitaba aktarılmış hali olan bir eserden “Anayurt Oteli” nden bahsedeceğim. Kitap tahlili ve yorumuna geçmeden önce kullandığı edebi tekniklerle hikâyeyi bir nakış gibi işleyen yazarımızdan bahsetmek istiyorum.

Yusuf Atılgan 27 Haziran 1927 yılında Manisa’da doğdu. Manisa Ortaokulunu okudu daha sonra Balıkesir Lisesini okuyan yazarımız İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nden mezun oldu. Akşehir de bulunan Maltepe Askeri Lisesinde Edebiyat Öğretmenliği yaptı. Türkiye Komünist Partisine katıldığı ve bazı faaliyetlerde bulunduğu için hapse girdi. Çıktıktan sonra köyüne yerleşerek çiftçilik yaptı. Yazarlık hayatına şiir yazarak başlayan Atılgan asıl ününü romanlarıyla yakaladı. 1976 yılında ikinci evliliğini yapan yazarımız 1989 yılında kalp krizi sonucu İstanbul’da hayatını kaybetti.




 “Ne çok yalan söyleniyordu yeryüzünde; sözle, yazıyla, resimle ya da susarak.”

 

Kitap, babasından kalan oteli yöneten Zebercet’in hayatının kısa bir dönemini aktarıyor. Ancak bu kısa dönemi okurken Zebercet’in oteli yönetmeye başladığı ilk günden son gününe kadar neler yaptığını öğreniyorsunuz. Zebercet, otelden dışarı çıkmayan, kibar ama içe kapanık birisi. Otelde tüm gün hangi işlerin hangi saatte yapılacağını tek tek ezberlemiş bu yüzden onun tüm haftası fotokopi makinesinden çıkmış gibi hep aynı, ta ki perşembe gecesi gecikmeli Ankara treniyle gelen kadına kadar. Kadının ertesi gün otelden ayrılmasıyla Zebercet’in günleri de değişmeye başlıyor.

 

“Bir eylemin ertesini, sonuçlarını göze alabilirse ya da bunlara kayıtsız kalabilirse, insanın yapamayacağı şey yoktu.”

 

Kitabı okuyacaklara tavsiyem, eğer ruhsal olarak sıkıntı yaşıyorsanız ya da canınızın sıkkın olduğu bir dönemdeyseniz bu kitap canınızı biraz daha sıkabilir çünkü gecikmeli Ankara treniyle gelen kadının gitmesiyle Zebercet’in de hayatı kötü anlamda değişiyor durgun, ruhsal çöküntüde ve gecikmeli Ankara treniyle gelen kadının otelden ayrılmasından sonra onun geri gelmesini beklerken tüm umudunu yitiren bir karaktere bürünüyor. Kitabı okurken Zebercet sanki depresyondaymışta bu durumdan çok memnunmuş gibi hissettim. Durun hemen korkmayın tüm kitap böyle değil aslında kitabın en güzel özelliği günlük şeylerin bu kadar doğal ve güzel bir şekilde aktarılmış olması.

 

“Yorumlar, nedenler önemsizdi; kesin değildi. Önemli olan insanın edimleriydi. Değişmez tek bir kesinlik vardı insan için: Ölüm.”

 

Kitapta bence, asıl vurgulanmak istenen sabırla beklemekti. Zebercet sabırla bekledi, gelmeyeceğini anladığı anda hayatın ve hayatının değeri kalmadı. Onun için bir insanı öldürmekle bir hayvanı öldürmek eşit oldu. Zebercet’in, kadının gelmeyeceğini kabullendiği kısımda aklıma Esaretin Bedeli filminde Morgan Freeman’ın söylediği şu söz geldi: “Umut tehlikelidir, umut bir insanı delirtebilir.”

 

“Sağdı daha her şey elindeydi. İpi boynundan çıkarabilir, bir süre daha bekleyebilir, kaçabilir, karakola gidebilir, konağı yakabilirdi. Dayanılacak gibi değildi bu özgürlük.”

 

Zebercet’in kadınlara, hayata ve işine karşı bakış açısı rahatsız ediciydi. Asıl rahatsız edici olan ise günümüzde Zebercet gibi kişilerin var olmaları, Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın bir eserinde dediği gibi: “Etrafımızda, aramızda dolaşıyorlar.” Ve biz nerede olduklarını çoğu zaman bilemiyoruz. Üstelik Zebercet gibi istekleri olmayınca gözünü kırpmadan insan öldüren kişiler her geçen gün artmakta.

 

“Ne oldu? Yapmayı unuttuğu bir şeyi mi anımsadı birden? Ya da yeryüzünde tek gerçek değerin kendisine verilmiş bu olağanüstü yaşam armağanını korumak, her şeye karşın sağ kalmak, direnmek olduğunu mu anladı giderayak?”

 

Kitabın beğeneni de beğenmeyeni de oldukça fazla. Bense bu konuda araftayım. Kitapta cinselliğin fazlaca ön plana çıkması beni oldukça rahatsız etti. Diğer yandan gün içerisindeki işleyişin bu kadar güzel aktarımı, yazarın kullandığı dil ve teknikler kitabı okunur hale getirdi. Bu sebeple kitabı ne beğendim diyebilirim ne de beğenmedim; ne zorla okuyup bitirdim ne de zevkle okudum. Sanırım Zebercet’in hali bana da yansıdı; o nasıl yaşamak için yaşadıysa bende kitabı okumak için okudum. Sonuç itibariyle kitabın bana öğrettikleriyle ve hissettirdikleriyle, kitabı beğenenler zümresine bir adım daha yakınım. Umarım sizde bu kitabı okursunuz ve neden bu kadar arada kaldığımı anlarsınız.

Hoşça kalın…

Yorumlar

Popüler Yayınlar