ANNA KARENİNA
ANNA KARENİNA
Yazar: L.N. TOLSTOY
Yayınevi: İş Bankası
Sayfa Sayısı: 1062
Değerlendirme: 8.5/10
Hoş geldiniz, bu yazımda sizlere kalınlığından dolayı
başlamaya gözümün korktuğu ama başladıktan sonra elimden bırakamadığım, aşkın
bazı noktalarda mutluluktan çok endişe, kaygı ve huzursuzluk oluşturduğunu çok
güzel işlemiş bir başyapıttan “Anna Karenina” dan bahsedeceğim. Kitap
tahlili ve yorumuna geçmeden önce her bir kitabı bir başyapıt olan yetenekli
yazarımızdan bahsetmek istiyorum.
Rus yazar Lev Nikolayeviç Tolstoy 1828
yılında Moskova’da dünyaya geldi. Anne ve babasını küçük yaşta kaybeden
yazarımız halalarıyla birlikte yaşadı. Hukuk eğitimini yarıda bıraktı ve
yaşadığı çiftliğe geri döndü. Daha sonra Rus ordusunda Astsubay olarak görev
yaptı. Savaştan sonra Petersburg’a gitti ve yazarlığa başladı. Karşı çiftlikte
hikâye yazan Sonya ile tanışan yazarımız bir hafta içerisinde evlendi. Bu
evlilikten 13 çocukları oldu. Tolstoy’un en önemli eseri Savaş ve Barış’tır.
Yayınevlerinin isteği sonucunda Anna Karenina’yı yazdı. Daha sonra çıkardığı
eserlerle eleştirilere maruz kalan Tolstoy bunalıma girdi. Herkesten uzaklaşmak
istedi, en küçük kızı ve doktoruyla güneye gitmek için yola çıkan yazarımız
yolda iken 20 Kasım 1910 yılında zatürreden vefat etti.
“Bütün mutlu aileler birbirine benzer, her mutsuz ailenin mutsuzluğu kendine göredir.”
“İlişki sanılan
şeyler çoktu ama dostça ilişki yoktu.”
Kitap, evli bir kadın olan Anna
Karenina’nın Vronskiy isimli gençle yasak aşkını anlatıyor. Kitap sadece Anna
ve Vronskiy çiftinden bahsetmiyor. Kiti ve Levin aşkını da işliyor.
Karşılaştırıldığında bir aşk tutkuyla başlasa da ızdırap, acı ve kederle
sürerken, sağlam adımlarla ilerleyen ve tanıştıkça oluşan aşk ve birliktelik
uzun soluklu oluyor. Yazar iki farklı çifti ve iki farklı ilişkiyi başrolde işlemesi okuyucunun farkı görmesi için olsa gerek. Bununla birlikte tarımda
iyileşmenin ancak eğitimle olacağına değinen yazar ekonomi eleştirisinde de
bulunuyor.
“İnsanlardan
kurtulmanın tek yolunun yaralarını onlardan gizlemek olduğunu biliyordu.”
Kitapta her karakter başrol gibi
işlenmiş öylesine geçiştirilme hiç olmamış. Yazar duyguları çok güzel aktarmış.
Anna’nın Vronskiy’i ilk görüşündeki heyecanı okuyucuya çok güzel
hissettirilmiş. Yalnız bence Anna ve Vronskiy aşkı daha fazla işlenebilirdi o
kısmı biraz boş kaldı. Kitabı okurken yaşadıkları ya da hissettikleri
duygularından çok birlikteliklerinden doğan olayları ve negatiflikleri okudum.
Uğruna ölünecek bir aşk görmedim. Daha çok istemediği evliliğinden kaçıp birine
sığınan maceraya atılmış bir kadın okudum.
“Tanrı kimi
mahvetmek isterse onun aklını alır.”
Yazar karakterler üzerinden bizlere toplumcu
bir bakış açısı yansıtıyor. Faydalı olmanın, iyi ve işe yarar şeyler yapmanın
ölçüsü topluma fayda sağlayıp sağlamamakla ölçülüyor. Topluma faydalıysan en
iyi insan sensin anlayışını sunuyor.
Diğer klasiklerde olduğu gibi bu
klasikte de toplum kendi diline karşı yabancı ve düşman. Sosyete sayılabilmek
için Fransızca konuşmak zorunda hissediyorlar. Diğer klasiklerin aksine bu
klasikte Levin boşlukta gibi hissederken ancak inanınca, bir dini kabul edince
iç huzura erebildi. Bu da insanın fıtratında inanma ihtiyacının olduğunu
göstermiş oldu.
“Pek çok aile sırf
aralarında ne tam bir geçimsizlik ne de bir anlaşma olmadığı için eşlerin her
ikisinin de nefret ettiği eski yerlerinde yıllarca kalır.”
Kitapta aidiyet hissi o kadar güzel
hissettirilmiş ki Anna’nın geçirdiği sinir krizleri ya da kendi kendine
konuşmalarında oluşan umutsuzluğun ve korkunun tek sebebi bir yere ait hissedememek.
Kendini hiçbir yere ait hissedemediği için boşluğa düştü. Anna’nın sona doğru
kendi kendine olmayan şeyleri olmuş gibi düşünmesi, delirişi, aklını kaybedişi
sonra birden düzelişi o kadar güzel anlatılmış ki sanki bir dizi izliyormuşum da kafamı çevirirsem bir görüntü kaçırmaktan korkuyor gibi okumayı
bırakmaktan korktum. Yazılarla, jest mimik ve hareketler bu kadar güzel
anlatılabilirdi.
“Kendinizden
kaçamazsınız.”
Genel olarak kitabı beğendim. Ben
Anna’nın intiharında Vronskiy’ i suçlu bulmuyorum. Anna geçirdiği bir anlık
cinnetin sonucunda intihar etti. Yaşadığı boşluk hissi onu bu korkunç sona
itti. Bence yazar Anna’nın intiharıyla kitabı bitirip Vronskiy ne yaptı?
İnsanlar ne dedi? Neler oldu? bunu okuyucunun hayal gücüne bıraksaydı daha da
etkili bir son olurdu. Tabiri caizse zirvede bırakmış olurdu. İntihardan sonra
kitabın devam etmesi asıl olay olan intiharı unutturdu. Kitabın belki de en
önemli eksikliği buydu. Umarım sizlerde kitabı okursunuz ve tutkuyla, bir anda
oluşan aşkın hazinle biteceğini, ilişkide sağlam adımların gelecek vadettiğini
öğreten bu kitabı beğenirsiniz.
Hoşça kalın…
Yorumlar
Yorum Gönder