PENDNÂME (ÖĞÜTLER KİTABI)

 

                       PENDNÂME

                  (ÖĞÜTLER KİTABI)

 

Yazar: Feridüddin ATTÂR

Yayınevi: Sufi Kitap

Sayfa Sayısı: 112

Değerlendirme: 7/10

 

Hoş geldiniz, bu yazımda sizlere beni yazarıyla tanıştıran, nerede nasıl davranmam gerektiğini öğreten bir kitaptan “Pendnâme” den bahsedeceğim. Kitap tahlili ve yorumuna geçmeden evvel Hz. Mevlana’nın “Attâr yedi aşk şehrini dolaştı, bizse hâlâ bir küçük sokağın başındayız.” diyerek övgüyle bahsettiği kıymetli yazarımızdan bahsetmek istiyorum.

 

Feridüddin Attâr Horasan Selçuklularının son zamanlarında, büyük bir ihtimalle 1174'te Nişabur'da dünyaya geldi ve 1248'de Moğol askeri tarafından şehit edildi. Eczacılık ve tıpla meşgul olduğu için "Attâr" lakabını aldı ve bu lakapla meşhur oldu. Büyük bir âlim, çok güçlü bir şair ve ilahi aşkı en güzel dile getiren bir sûfî idi. Küçük yaştan itibaren özellikle kendisini tasavvufa verdikten sonra birçok seyahatlerde bulundu. Irak, Şam, Mısır, Mekke, Medine, Hindistan ve Türkistan'a yaptığı seyahatlerden sonra Nişabur'a döndü ve orada inzivaya çekildi. Kendisi Peygamberler ve veliler hakkında birçok kitap okuduğunu ve otuz dokuz yıl müddetle tasavvufla ilgili şiir ve hikâyeleri toplamaya devam ettiğini söyler. Tasavvuf erbabının sırlarını öğrenip makam ve hâllerini incelemekle yetinmemiş, tasavvufu benimseyip içine girmiş ve kendisinden sonra yaşayan Mevlâna, Sadi, Hâfız ve Molla Câmî, Şebüsterî gibi pek çok İranlı mutasavvıf-şair ve edibe önderlik etmiştir. Tabiatı, ruhu ve fikri sürekli cevelân halinde olan Attâr, insanlığa nazım ve nesirde önemli eserler armağan etmiştir. Manzum eserlerinin yüz bin beyit civarında olduğu söylenir.




“Senin ihsan ve af okyanusunun ucu bucağı yoktur. Senin rahmetinden umudunu ancak şeytan keser.”

 

“Beni toprağa dönüştürmeden önce, umarım lütfunla günahlarımdan arındırırsın!”

 

Kitaptan bahsetmeden önce Attâr hazretlerinin ermişliğe giden yolundan bahsetmek istiyorum.

Babasının attâr dükkanında müşteri beklerken bir derviş çıkagelir. Kendisinden sadaka ister. Hiç oralı olmaz. Derviş ona hiç beklemedik bir soru sorar: "Acaba sen nasıl öleceksin?" Dükkân sahibi önce şaşırır, ürperir, irkilir, ardından kendisini toparlayıp "Sen nasıl öleceksen ben de öyle!" cevabını verir. Derviş hemen orada dilenci kâsesini başının altına koyup yere uzanır ve ruhunu teslim eder. Dervişin bu kerameti karşısında donup kalan Attâr, hemen iş yerini kapatır ve kendini gafletten uyandırıp Allah'a yöneltecek yolu aramaya koyulur. Yıllarca çile çekerek bunu başarır. Hem de öylesine başarır ki bu dünyadan göçerken o dervişin kerametinden çok daha erişilmezini göstererek Rabbine kavuşur. Şöyle ki: Ülkesinin istilâsı sırasında bir Moğol askerinin kılıç darbesiyle kopardığı başını hemen iki eliyle yakalar, ayakta yürür gider. Bu hâli gören o gaddar Moğol askerlerinin hepsi de şaşar kalır ve ellerinden kılıçları düşer. Halksa dehşete kapılır. Binlerce insan Allahu Ekber nidalarıyla ve dualarla onu izler. Sonunda mezarlıkta kabri olacak noktaya varır, yere yatar, başını boynuna koyar ve şehit olarak cenaze namazının kılınmasını bekler.

 

“Bir insan kendini konuşma şehvetine kaptırdığı an, derûnunda (içinde) ne var ne yoksa hepsini yağmalatmış olur.”

 

“Gözlerini sadece kendi kusurlarını görmek için açan kimse, ruhunun yeni bir hayat bulduğunu görür.”

 

Kitap, kul olarak nasıl olmalıyız? sorusunun cevabını verirken, sosyal hayatta nelere dikkat etmeliyiz, nerede nasıl davranmalıyız, toplumda kimlere güvenip kimlerden uzak durmalıyız? hepsine öğüt niteliğinde cevaplar veriyor. Bazı konuları madde madde anlatıyor olması okumayı kolaylaştırıyor.

 

“Dışı en parlak, göz alıcı süslerle bezeli olsa da dünya, tıpkı yılan gibi, içinde öldürücü bir zehir saklar. Görünüşü çok çekicidir, fakat zehri de ruh için bir o kadar tehlikelidir.”

 

Yazar kitapta bilime değer verdiğinden bahsetmiş. Bilginin insan için en gerekli şey olduğunu “Evladım! Bilgi kuştur, kanatları da akıldır.” sözüyle vurgulamıştı. Attar hazretleri ayrıca öğüt veren kişinin söylediğini öncelikle kendisinin yapmasını yoksa insanlar tarafından dikkate alınmayacağını ve sevilmeyeceğini vurgulamış. Günümüz insanı da böyle değil mi? Çevremiz, kendine bakmadan kendini düzeltmeden başkalarını değiştirip düzeltmeye çalışan insanlarla dolu. Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin “Nefsini ıslah etmeyen başkasını ıslah edemez.” Sözü bu durumu özetler nitelikte. İnsan, konu ne olursa olsun önce kendini geliştirmeli ve dolmadan taşmaya kalkışmamalı.

 

“Elinde ebedi kalmayacak şeyler için çektiğin onca çileden kârın ne senin? Sonunda ölmeyecek misin?”

 

Kitap 4 büyük kusurun olduğunu söylemiş ve uyarmış:

1-   Kıskanma (Kalbini kıskançlıkla kirletme)

2-   Yalan-Gıybet dilini kirletmesin.

3-   Amellerin riyadan uzak olsun.

4-   Mideni haramla-Murdarla kirletme.

İmanı olanın bu dört büyük kusurdan kendisini korumasını öğütleyen yazar bunlardan korunanın ve sadece Allah’ın rızasını gözeten kimsenin amellerinin, lekesiz bir pırıltıyla her an parıldayacağını söylemiş.

 

“Bu cihan gözyaşı dökme yeridir. O yüzden sen ona sevinçle sarılma!”

Genel olarak kitabı beğendim. Kitapta en fazla vurgulanan şey cimrilikti. Yazar, cimriliğin cehenneme götürdüğünü her daim herkese karşı cömert olmak gerektiğini vurgularken susmanın da çok önemli olduğundan bahsetmişti. Susan kişinin birçok dertten azade olduğunu söylemişti. Kısa ama etkili bir kitaptı. Farklı konularda çok güzel bilgiler içeren kitabı ben severek okudum umarım sizlerde seversiniz.

Hoşça kalın.

Yorumlar

Popüler Yayınlar