MANTIKU’T TAYR
MANTIKU’T TAYR
Yazar: Feridüddin ATTÂR
Yayınevi: Sufi Kitap
Sayfa Sayısı: 396
Değerlendirme: 8/10
Hoş geldiniz, bu yazımda sizlere severek okuduğum, ne
kadar kitap okursam okuyayım aslında yine bilmediğimi, hâlâ eksik kaldığımı
bana gösteren, yazarının “Bu kitabı anlayarak okuyan işinin eri olur.” dediği
bir kitaptan “Mantıku’t Tayr” dan bahsedeceğim. Kitap tahlili ve
yorumuna geçmeden evvel kıymetli yazarımızdan bahsetmek istiyorum.
Feridüddin Attâr Horasan Selçuklularının son
zamanlarında, büyük bir ihtimalle 1174'te Nişabur'da dünyaya geldi ve 1248'de
Moğol askeri tarafından şehit edildi. Eczacılık ve tıpla meşgul olduğu için
"Attâr" lakabını aldı ve bu lakapla meşhur oldu. Büyük bir âlim, çok
güçlü bir şair ve ilahi aşkı en güzel dile getiren bir sûfî idi. Küçük yaştan
itibaren özellikle kendisini tasavvufa verdikten sonra birçok seyahatlerde
bulundu. Irak, Şam, Mısır, Mekke, Medine, Hindistan ve Türkistan'a yaptığı seyahatlerden
sonra Nişabur'a döndü ve orada inzivaya çekildi. Kendisi Peygamberler ve
veliler hakkında birçok kitap okuduğunu ve otuz dokuz yıl müddetle tasavvufla
ilgili şiir ve hikâyeleri toplamaya devam ettiğini söyler. Tasavvuf erbabının
sırlarını öğrenip makam ve hâllerini incelemekle yetinmemiş, tasavvufu
benimseyip içine girmiş ve kendisinden sonra yaşayan Mevlâna, Sadi, Hâfız ve
Molla Câmî, Şebüsterî gibi pek çok İranlı mutasavvıf-şair ve edibe önderlik
etmiştir. Tabiatı, ruhu ve fikri sürekli cevelân halinde olan Attâr, insanlığa
nazım ve nesirde önemli eserler armağan etmiştir. Manzum eserlerinin yüz bin
beyit civarında olduğu söylenir.
“Sekiz cennet O’nun açısından sadece bir eşikten ibarettir; yedi cehennemse yalnızca basit bir alevdir. Bütün mahlûkat O’nun birliğine dalıp gitmiştir. Dalıp gitmiş mi dedim? Hepsi de O’nda kaybolup gitmiştir.”
Kitap, başta Allah’a yakarışla, onu övmeyle ve ne kadar
söz sarf edilirse edilsin onu tarif edemeyeceğini anlatıyor daha sonra
Peygamber Efendimiz (sav) ve dört halifeye övgüyle devam ediyor. Kitabın asıl
konusuna (Mantıku’t Tayr) geçmeden önce sahabeye ve dört halifeye karşı
bağnazlık yapmamak gerektiğine vurgu yapıp Şia gibi sapık düşüncelere ders
niteliğinde cevap veren yazar, davalarının haksızlığını ve dört halifenin
muhteşemliğini vurguluyor. Asıl konuda ise bir insanın Allah’a ulaşmadaki bahanelerini
söyleyip daha sonra o bahanelerin ne kadar boş olduğunu kuşlar temsiliyle okura
sunuyor. Her kuş bir şeyi temsil ediyor: Mesela balıkçıl kuşu denizdeki su
biter korkusuyla su içmez bu da malı biter diye sadaka vermeyen insanlara
örnektir. Bir diğer kuş baykuş kendisi viranelerden ayrılmak istemez olur da
bir viranede hazine bulur, zengin olur sevdalısıdır bu da servet aşkı için
işinden Allah’a vakit ayıramayan insanlara örnektir. Bir diğer kuş ise saka
kuşu kendisi çok zayıf ve çelimsiz olduğu için hareket etmek istemez bu da
Allah yolunda zaafın örneğidir. Kitap bunun gibi örneklerle insanların Allah
yolunda ruhen makam kazanıp kurtuluşa ermedeki aslında bahane olmayan
bahaneleri ve çözümlerini anlatıyor.
“Senin şanını dillendirmek için dalgalarını
yükselten deryanın eteği ıslanmakta, ama dudakları kuru kalmakta. Yüzlerce dik
yolu olan dağın ayakları beline kadar çamura battığı için yolda kalmakta.”
“Mertebesine ermediğim bir makamın tarifini
nasıl yapabilirim?”
Kitap sonlarına doğru, nefsime söz geçiremiyorum, şeytan
beni kandırıyor, nefis mücadelesini kaybediyorum ne yapmalıyım? Gibi sorular
sorulup bu soruların cevapları verildikten sonra konuya uygun özet mahiyetinde padişah,
sultan ve derviş hayatlarından hikâyeler anlatılarak konu pekiştirilmiş.
Kitap her güzelliği sona erdirecek olan nefisten
bahsetmiş. Allah’a layık işler yaparken bile onu sonlandırmak için mücadele
eden nefse karşı insanın mücadele etmesi gerektiği vurgulanmış.
“Sırlarını güneşle paylaşılabilecek olan,
nasıl olur da bir zerreye takılıp kalır?”
“Bu dünyada gönül hoşluğu bulunmaz, gönül
hoşluğundan zerre dahi bulunmaz.”
Her kuşun asıl hedefe gitmemek için uydurduğu bahaneler,
insanoğlunun bahanelerini çok güzel yansıtmış. Kimi sevgiliyi bırakmak
istemiyor, kimi yurdundan vazgeçemiyor kimi para, pul mücevherinden, kimiyse
şan şöhretinden. Allah’a giden yolda nefsin yapışıp kaldığı nice değersiz
şeyler var. Demek ki Peygamber efendimizin hadisinde öğütlediği “Ölmeden önce
ölünüz.” Emrinin uygulanamayışının zorluğu nefse takılan arzular.
“Şunu kesinlikle bil ki tek bir tövbe ateşi,
o yol üzerinden yüzlerce âlemi dolduracak günahı bir anda yakıp yok eder!”
Kitabı genel olarak beğendim. Birçok şeyi yeni öğrendim.
Farklı açılardan çok güzel pencereler açtı. Eksik yönlerimi görmeme sebep oldu.
Aslında her an Allah’ın nimetlerine medar oluyoruz. Sevmediğimiz bir durum
olduğunda Allaha kızmak yerine O’nun her an bize güzel nimetler verdiğini
hatırlayıp bunun gibi sıkıntılara isyan etmenin büyük bir saygısızlık ve
nankörlük olduğunu anlamamız gerek. Kitabın geneli dünyaya önem vermemeyi ve
ahirete çalışmak gerektiğini vurgulasa da mütercimin son kısımdaki notu çok güzel
ve gerekliydi. Mütercim, Müslümanların dünyadan el etek çekmesinin yanlış
olduğunu aksine ahiret için çalıştığı gibi dünya için de çalışması gerektiğini
ve zengin olup yardıma muhtaç insanlara da yardım etmesi gerektiğini
vurguluyordu. Önemli olan zenginliğin Allah yolunda harcanması ve bu zenginliğe
O’nun bir emaneti gözüyle bakıp değer vermemek gerektiğini anlatmış. Ben kitabı
beğenerek okudum umarım sizde beğenerek okursunuz.
Hoşça kalın…
Yorumlar
Yorum Gönder