TATAR ÇÖLÜ

 

                   TATAR ÇÖLÜ

 

Yazar: DINO BUZZATI

Yayınevi: İletişim

Sayfa Sayısı: 232

Değerlendirme: 8/10

 

Hoş geldiniz, bu yazımda sizlere hayal kırıklığı nedir bunu çok güzel anlatan, nasip olmayınca tüm ömrünü de sarf etsen hiçbir işe yaramayacağını gösteren, okuyucuya sabrı öğreten ve Edebiyatta Beckett, Camus ve Kafka’nın başlattığı varoluşsal sorgulamayı güzel bir şekilde yansıtan bir kitaptan “Tatar Çölü” nden bahsedeceğim. Kitap tahlili ve yorumuna geçmeden önce yazarımızdan bahsetmek istiyorum.

 

Dıno Buzzatı 1906'da İtalya'nın Belluno kentinde dünyaya geldi. Annesi Venedikli bir veteriner babası ise Belluno'da tanınmış ailelerden birine mensup uluslararası hukuk profesörüydü. 1924'te Milano Üniversitesi'nde hukuk bölümüne giren yazarımız öğrencilik yıllarında gazetede çalışmaya başladı ve bu görevi hayatı boyunca sürdürdü. Gazetenin düzelti bölümünde başladığı işine muhabir, deneme yazarı, editör ve sanat eleştirmeni olarak devam etti. İlk romanı "Dağların Adamı Barnabo" 1933 yılında, diğer romanı 1935 yılında yayımlandı. 1939 yılında askere çağrıldı ve II. Dünya Savaşı süresince İtalyan Kraliyet Deniz Kuvvetleri'nin muhabiri olarak görev yaptı. 1940 yılında başyapıtı kabul edilen Tatar Çölü'nü yayımladı. Kitap 1949 yılında Fransızcaya çevrildikten sonra büyük beğeni topladı ve 20'den fazla dile çevrildi. Çeşitli öykü ve makale yayımlayan yazarımız 28 Şubat 1972 yılında hayatını kaybetti.



“Belki bir saat, belki bir hafta, belki de bir ay meselesiydi; ama ölüm söz konusu olduğunda haftalar ve aylar bile pek küçük birimlerdi.”

 

Kitap, Teğmen Giovanni Drogo’nun Tatar Çölü’ndeki Bastiani Kalesi’ne göreve gitmesinden bahsediyor. Drogo kaleye varır varmaz bu kadar sakin ve ıssız bir yerde kalamayacağını, şehir hayatının kendisine daha uygun olduğunu söylüyor ancak işler hiç de dediği gibi olmuyor. Gün geçtikçe kaleye daha da alışan Drogo kalede uzun bir bekleyişe başlıyor. Odamdan kaleye açılan bir kapı olsaydı Drogo ıssız çölü izlerken yanına gider biraz sessizliğin tadını çıkarırdım, eve dönerken onu uyarır, kaleden ayrılmasını söyleyen kişileri dinlemesini öğütlerdim. Ha bir de kulağına sessizce kimseye güvenmemesi gerektiğini özellikle arkadaşı olduğunu söyleyen insanlara dikkat etmesi gerektiğini fısıldardım.

 

“İnsanın tek başına olduğu ve hiç kimseyle konuşamadığı zaman bir şeye inanması çok zordur. İşte tam da o dönemde, Drogo, insanların her zaman birbirlerinden uzakta olduklarını fark etti, birisi acı çektiğinde, acısı sadece kendine ait oluyor, hiç kimse o acıyı biraz olsun dindiremiyordu.”

 

Yazar evden ayrılışı, eve özlem duymayı çok güzel anlatmış. Drogo’nun kaleye gelip alışamaması, içinde geri dönme arzusunun olması bana üniversite yıllarımı hatırlattı. Bende yeni bir şehre alışamamış hep geri dönmenin hayalini kurmuştum ta ki alışana kadar. Konfor alanından çıkmak büyük cesaret istiyor bunun yanı sıra  insan yeni durumlara alışınca geliştiğini ve yeni şeyler öğrendiğini gözlemliyor. Kitapta da Drogo’nun karakterinin olgunlaşması ve değişimi güzel anlatılmıştı.

 

“Sonuçta herkes layığını bulur.”

 

“Hatta az öncekinden daha da uyanıktı çünkü sessizliğin derinliği çok çarpıcı geliyordu.”

 

Kitapta Drogo sürekli sabrediyordu onunla okuyucuda sabrı öğrendi. Beklemekle geçen bir ömür, alışkanlıklardan ayrılamamak ve günlerin aynılığı güzel yansıtılmıştı. Hatta günlerin aynı geçmesini kitap şöyle özetliyordu: “Dün ile evvelsi gün birbirinden farksızdı, onları birbirinden ayırt edebilmesi olanaksızdı; üç gün önce olmuş bir şey de yirmi gün önce olmuş bir şey de sonuçta ona eskiden olup bitmiş bir şey olarak görünüyordu. Böylece, o ayırdına varamadan, zaman akıp gidiyordu.” Kitabın neredeyse yarısına kadar çok durağan giden olaylar yarıdan sonra gittikçe heyecanlı bir hale geldi.

 

“Eskiden o kadar kolay olan ve arzulanan düşler artık hırsla saf dışı bırakılıyordu.”

 

Kitabı genel olarak beğendim. Çok sevilen bir kitaptı ve insanlar bu kitap hayatımızı değiştirdi diyorlardı, bu sebeple çok merak etmiştim ancak neden bu kadar sevildiğiyle alakalı yorum okumadım. Kitapların kapak resimlerini inceleyip arka kapağı okumadan kitaba başlamazdım ancak bu kitapta sadece kapak resmine bakıp okumaya başladım, bana hiçbir şeyin kopya vermesini istemiyordum. Ancak okudukça benim için farklı bir şey ifade edemeyeceğini anladım. Duygular kesin verilmemiş gibiydi yani Drogo kaleye gitti ama neden orada kaldı? Ne bekliyor? Oraya alıştığı için mi geri dönmüyor? Sakinliği seçtiği için mi? Yoksa savaş çıkar da kahraman olurum diye mi? Kitabın sonlarına kadar bu belirsizlik vardı bu sebeple çok ekstrem duygular hissedemedim. Varoluşun anlamsızlığını bu kitapta değil de Camus’un “Yabancı” kitabında daha çok hissetmiştim. Bu kitabı özetlemek gerekirse sabırla ve bıkmadan tüm ömrünce beklemekti. Sonu çok hüzünlüydü. Hırsla beklemenin hazin sonu güzel anlatılmıştı. Ben okurken keyif aldım umarım sizlerde keyif alırsınız ve hırsla hiçbir şeyin elde edilemeyeceğini anlarsınız.

Hoşça kalın…

Yorumlar

Popüler Yayınlar