BÜYÜLÜ DAĞ II

 

                     BÜYÜLÜ DAĞ II

 

Yazar: Thomas MANN

Yayınevi: Can

Sayfa Sayısı: 458

Değerlendirme: 3/10

 

Hoş geldiniz, bu yazımda sizlere bitirmek için satır saydığım, sayfalar ilerledikçe sona yaklaştığım için mutlu olduğum, yazara kızdığım, aslında güzel bir olay örgüsü olabilecekken aşırı sıkıcı olan bir kitaptan “Büyülü Dağ” dan bahsedeceğim. Kitap tahlili ve yorumuna geçmeden evvel yazarımızdan bahsetmek istiyorum.


Thomas Mann 1875'te Almanya'da doğdu. 1898'de yayımladığı ve 'Küçük Friedemann' adı altında topladığı ilk öykülerinde daha çok Schopenhauer, Nietzsche ve Wagner'in etkisi altında kalarak sanatçının yaratma sorununa odaklanmıştı. 1903'te Tonio Kröger, 1912'de Venedik'te Ölüm yayımlandı. Daha sonra Büyülü Dağı yazan Mann, Hitler iktidarı gelince Almanya'dan ayrıldı. 1936'da ABD vatandaşlığına geçti ve Almanya'nın karanlık tablosunu çizdiği Yusuf ve kardeşleri dörtlemesine yayımladı. 1929'da Nobel Edebiyat ödülünü alan Mann 1955'te Zürih'te öldü.




“İnsan düşüncelerini genel bağlamda bile ortaya koyarken kendini ele vermeden ve tüm benliğini katmadan edemiyor.”


Kitap, serinin ilk kitabından çok da farklı değil. Hans Castorp iyileşme sürecine devam ediyor. Arkadaşlarıyla beraber yine uzun uzadıya her konuyla ilgili tartışıyorlar ve beklediği sevgilisi yanına gelince hayatında hiçbir şey değişmiyor. Aslında ikinci kitabı okuduğunuzda ilkinin yeterli olduğunu ve bu kitabın boş yere yazıldığını göreceksiniz.

 

“İnsan savaştan yeterince nefret etmezse onun kaçınılmaz olduğuna inanmaya başlar.”

 

Sayfalar arasında doğu batı karşılaştırması, batının analitik, akılcı ve ilerlemeci olduğu, doğununsa uyuduğu vurgulanmış. Bu kanıyı desteklemek için sayfalarca yazı yazılmış. Diğer bir tartışma konusu ise din, Naphta konuşmasında devletin dininin olmamasını eksik ve günahkarlık olarak nitelendirip devletin bir dini olması gerektiğini vurgulamış. Batı hayranı insanlara batılıların bu şekilde düşündüğünü söylesek bir yanlışlık olmalı yanıtını alırdık

 

“Görüşler savaşma ortamı bulamazlarsa yaşayamazlar.”

 

Normal kitaplarda olaylar olur baş karakter durum değerlendirmesi ya da eleştireceği şeyleri kendince eleştirir olaylar akıp gider. Bu kitapta sayfalarca durum eleştirisi din, devlet, yönetim, politika, savaşlar, ölüm, cennet, cehennem, edebiyat, masonluk, ahlak, kilise ve felsefe tartışmaları okuduk. Az olay çok eleştiri ve tartışma olması okurken sıktı sanki roman değil de makale okuyor gibiydim. Bence bu kitabın en büyük sorunu tartışılan konu her neyse sayfalarca sürüyor olması. Okurken aşırı derecede sıkıcı ve yorucuydu.

 

“Hoşgörü kötülüğe karşı gösterilirse suça dönüşür.”

 

“Gülmek ruhun kıvılcımıdır.”

 

Genel olarak kitabı hiç ama hiç beğenmedim. Zaten son yüz elli sayfayı atlaya atlaya okudum. Paragraf aralarında yabancı cümleler çok fazla kullanılmıştı ama çeviri yoktu bu sebeple bütünlük hiç kurulamadı. Okurken yoran bir diğer şey gereksiz betimlemelerdi, sayfalarca süren betimlemeler vardı. Her şeyin fazlası zarar sözünü keşke birisi yazara duyursaydı. Toplasanız iki yüz sayfa sürecek bir hikâye için beş yüz sayfa işkence çektik. Ben kitabı beğenmedim ama sizler belki beğenirsiniz, kararı siz değerli okurlara bırakıyorum.

Hoşça kalın…

Yorumlar

Popüler Yayınlar